24 Mart 2008 Pazartesi

Yıldızlara Gitmek

Ayin karanlik yuzunde gezinen astronotlar, Sukunet Denizi bolgesinin yakinlarinda bir tepenin ardinda gizemli bir anit bulurlar. Ne zamandir orada oldugu bilinmeyen bu anit, insanligin belki de milyonlarca yildir evrende yalniz olmadiginin kanitidir.

Arthur C Clark'in 1948'de yazdigi muhtesem oykusu The Sentinel, daha sonraki yillarda Stanley Kubrick'in ilgisini ceker. Clark ve Kubrick biraraya gelerek bu oykuden bir senaryo cikarirlar ve Kubrick senaryoyu filme ceker. 2001; a Space Odyssey isimli film 1968 yilinda daha insanoglu aya basmadan once ay yuzeyinde gecmesi olasi bir olayi neredeyse gercege birebir uygun olarak anlatir. Clark ve Kubrick gibi iki dehanin biraraya gelmesi gibi bir olay kac yılda bir oluyor bilinmez ama bu birliktelik Clark'in dunyaca unlenmesini ve 2010'dan 3010'a kadar sürecek efsanevi roman dizisinin yazilmasina da neden olur.

Ben Clark'i daha cok Rama serisiyle sevdim. Toplamda 2300 sayfa civarindaki dort adet romandan olusan seri, bence klasik bilim kurgunun tepe noktasi modern bilim kurgununda ilk buyuk eserlerindendir. Ilk roman Rendesvous With Rama ile diger ucu arasinda 8-10 yillik bir zaman araligi olmasina ragmen tumu sanki bir yuz yil boyunca yazilmis hissi verir. Terkedilmis ve basibos bir uzay gemisi hizla dunyaya dogru yaklasmaktadir. Bir şeyler yapilabilir mi diye carpisma rotasi ustunde gorevde olan bir grup bilim adami gemiyi incelemek için gorevlendirilirler. Gemiyi anlatmak biraz zor. Anlamak için romani okumak lazim. Yazmak icinse Clark olmak... Bir uctan diger uca yaklasik 50km ve genisligi 3km olan devasa bir silindir. Giris kapisindan icine binlerce basamakla inilen Tanrilarin Merdiveni. Silindiri ortadan ikiye ayiran silindirik bir deniz. Oyleki deniz tum silindirin kenarini sariyor, ortasi bos ve sular asagi akmiyor. Sanki gorunmez bir merkezkac kuvvetinin etkisindeymis gibi “sular asagi dusmuyor”… Silindirik Deniz’in ortasinda kocaman, garip binalariyla uc tane sehir. Butun bunlar Rama serisinin sadece giris bolumleri. 2300 sayfalik destani, bir yil icinde iki defa okumustum. Her gun ise giderken Dilovasi – Izmit otoyolunun gokyuzune uzanan bir uzay gemisinin ici oldugunu hayal etmistim. Tupras kompleksi de Silindirik Denizdeki sehirler gibiydi. Simdilerde bir daha okumak icin icim gidiyor. Ah vakit…

Clark yazdigi tum eserlerinde alabildigine buyuk bir evrenselligi kucaklamaya calismistir. Sonsuzlugun Sonu(Childhood’s End?), Uzak Dunyanin Sarkilari(90’larda Mike Oldfield tarafindan her bir oyku icin bir tema seklinde New Age muzik albumu yapilmistir Uzak Dunyanin Sarkilari) hep evrensel temalari ve buyuk kavramlari ele almistir. Buyukluk onun icin vazgecilmez sarttir. Childhood’s End’deki ogretmen tanrilari dusunun bir. Ne muazzam bir hayal gucu. Hep Clark ile Carl Sagan bir araya gelse nasil bir eser cikar ortaya acaba diye dusunmusumdur. Hayal etmesi bile insani urpertiyor.

Clark’i geçen hafta ayin Mart ayinin 19’unda kaybettik… 1936’da Ingiltere’de dogan usta, 50’lerden bu yana Sri Lanka’da yasiyor ve son 30 yildir da tekerlekli sandalyede oturuyordu. Romanlarinda anlattigi-kullandigi teknikler radarın gelistirilmesinde yararlanilmistir. Usta omru boyunca evrendeki zeki canlilarin varliliginin arastirilmasina hiz ve kaynak verilmesini ayrica cevreyi daha az kirleten yakitlarin kullanilmasini istemis. Arthur C Clark, simdi o cok sevdigi yildizlara gitti.

Kimbilir orada Ramalilarla birliktedir belki de…
Selamlar
Lami

Hiç yorum yok: