3 Eylül 2008 Çarşamba

Cizgi Roman almak icin artik daha cok ugrasmamiz gerekiyor. Gazete bayilerindeki dagitimlarin sona ermesine ilaveten cogu kitabevinde de cizgi romanlarin yeni sayilarini bulmak hemen hemen imkansiz. Ankara'nin dev alisveris merkezi Armada'nin icinde Remzi Kitabevi var. Buyukce sayilabilecek bir cizgi roman bolumu de var. Ancak iclerindeki en yeni sayi nerden baksaniz 2-3 aylik. Hatta kendi yayinlari olan Asterix'in tum sayilari yok ellerinde. "Abi siz Istanbul'dan geliyorsunuz. Bize de ordan geliyor zaten. Orada bulamadiysaniz burada hic bulunmaz" diyor adam. Guler misin aglar misin... Boyle cok ornek var. Cizgi roman almak icin ya Kadikoy basta olmak uzere buyuk sehirlerde bulunan Cizgi Roman dukkanlarinin mudavimi olacaksiniz ya da internetten yararlanacaksiniz. Bunlarin da negatif taraflari var. Internetten ne zaman bir seyler alsam ya sayfa eksik cikiyor, ya baski hatasi vs bir tarafi bozuk cikiyor. Alirken elleyip koklayamiyorsunuzki. Buna karsin internetten % 20'lere varan oranlarda indirmlerden yararlanabiliyorsunuz. Kadikoy pasajinda bu indirimler % 25 civarina cikarken Izmir'deki Baykus gibi dukkanlarda maalesef etiket fiyatindan almak zorunda kaliyorsunuz. Baykus'un sahibi cok sevdigim Levent kardesim bu durumu odedigi kargo bedeliyle acikliyor. Oysa ayni sehirde Sevgi Yolu'ndaki Ceyhan'da yeni sayilari satiyor. Ama etiket fiyatinin % 20'nin altinda. Nasil oluyor derseniz ben bilmiyorum aklim ermez boyle seylere.

Gecen ay iki defa Kadikoy ziyareti yaptim. Buyuk magazalardan birinde alisveris yaparken "yuklu miktar alirsam taksit olur mu" diye sordugumda "olmaz" dediler. Zaten batik durumdaymislar. Ayni magazadan daha onceleri de pek cok kez alis veris yapmisligim vardir. Bana verdigi fiyatin cok daha altinda baska arkadaslara verdigini, bana yapmadigi taksidi baska insanlara yaptigini bildigim bir arkadastir... "Ben iyi para kazanan cenahtanım ya, hani Receb'in yolunacak tavugu misali," adamina gore satis yapiyor akillim. Eh mal onun mulk onun istedigi gibi satar tabii. Gecenlerde yine surekli gittigim ve bana taksit maksit her turlu kolayligi gosteren asil dukkanima ugradim. Dukkanda, calisan ikinci eleman vardi. "... nerde yahu hic gorusemiyoruz?" Diye sordum, eleman, "abi ... abi dukkana ogleden sonralari geliyor sadece. Ayrica artik her yeni cikan seyleri almiyoruz, burada bulamadiginiz sayilar icin komsulara bakmanizi tavsiye ederim. Satislar dibe vurmus durumda" dedi.

Kadikoy pasajinda da durum boyle. Hangi dukkana girsen herkes batiyor, herkes bataklarda. Aslina bakarsaniz yillardan beri dinleriz bu masallari... da simdiye kadar batani pek gormedim ben. Hani ticarete aklim basmaz benim ama bir mekan batmissa kapisina vurulmus kilitten anlarsiniz bunu. Mekan hala en cafcafli haliyle arzi-endam ederken bu batma hikayesi bana hic samimi gelmiyor nedense.

Eskiden Kadikoy pasaji diye bir yer yoktu. Eski postanenin arka sokaginda kaldirim tezgahlari vardi. Bu magaza sahipleri oralarda arz-i endam ederlerdi. Iyi de para kazanirlardi. Pek oyle batan cikan olmazdi. Cikan yeni 3-5 yayin ve eski sayilarla idare ederlerdi. Fiyatlar da oyle bu gunku gibi bir cildin minimum 15-20YTL'den degilde bugunku parayla daha makul fiyatlardan gittigi bir zamanlardi. O kaldirimlarda muthis muhabbetler olurdu. Insanlar sirf orada iki cift laf edebilmek icin uzak sehirlerden bile gelirlerdi ve mutlaka bir iki bir sey alirlardi. Oyleki Murat Sevgikuran o mekanlarda acaip muzayedeler yapardi. Sonra kutuplasmalar basladi, I. ve II. Kadikoy Cem-Ilyas savaslari patlak verdi. Bu savaslarin birincisi kaldirimlarda ikincisi pasaj dukkanlarinda gerceklesti. Oyleki bir sure sonra tum pasaj birer taraf secerek dedikodu ve savas alani haline geldi. Ben musteri oldugumun bilincinde oldugumdan satici secmeyip isime gelen her mekandan alisveris etmeye devam ettim. Bana yamuk yapmaya calisan ya da fahis fiyatla satis yapmaya calisanin ne tezgahina ne dukkanina girmedim. Ama bazan kapida ezik buzuk duran bir musteri goruyordum. Mekan sahibinden bir sayi istiyordu. Mekan sahibi de, "bende kalmadi arkadasim ...'ya git orada var" deyince ezgin ve puskun musteri " ya abi, kem kum, sen gidip alsan... yani" diye o bahsi gecen mekana girmekten korktugunu belli ediyordu. Boyle manzaralara cok rast geldim. Pasaja girmeden korkudan alis veris mekanindan kitaplarini telefonla yukariya isteyen pek cok musteri de gordum. Manzara-i Umumiye, asil patronun musteri oldugunun bilincinin silindigi, saticilarin karinlarini kendilerinin doyurdugunun farkinda olmayan musteri portfoyu yaratilmis tuhaf bir mekan halindeydi. Son olarak gecen ay Izmit ziyaretinde bulunan sevgili Omer Bahadir ve Ilhan Yilmaz'in basindan gecenler ilgincti. Forumlarda olayin kabagi yayinevlerinin-ozellikle de Rodeo'nun-basina patladiysa da aslinda orada bahsi gecen saticilarin ornek(!) davranislarinin ustunde sevgili Murat'tan baska duran olmadi. Hakikaten bir zamanlarin muhabbetli ve guler yuzlu tezgahcilarinin yerine simdilerde iceri girdiginizde yuzunuze bile bakmayan, basini bilgisayardan kaldirmayan, size bir hos geldin'i cok goren "kelli felli magaza sahipleri" almis durumda. Istisnalari vardir tabii ama maalesef isin geneli boyle. Bir gun kiz arkadasimi goturmustum magazalarimizi(!) gezdirmeye. Cikista fena firca yemistim. "Ya o kadar ballandirarak anlattigin ortam bu mu senin. Guldurme beni, adamlar bilgisayardan baslarini kaldirip yuzune bakmadilar. Musteriyi dovecek gibi davraniyorlar ustelik. Bir daha getirme beni buraya ne alacaksan al ben yukarida beklerim..." gibilerinden fena halde hasiladi beni kizcagiz. Eh hakli soze ne denir, bir sey demedim tabii...

Simdi gelelim tekrardan batma cikma meselesine. Magaza sahiplerinin(bu magaza lafi bile bana bir zamanlarin o sicak ortamindan ne kadar uzaklastigimizi dusundurtuyor) belirttigi gibi, eski sayilarin satisi internete kaymis. Ancak netteki saticilarin da cogu yine ayni kisiler. Ayni dukkan sahibinin 3 ayri nickle gitti gidiyor'da satis yaptigini biliyorum. Cogunun fiyati kendi kendine yukselterek spekulasyon yaptigini da biliyorum. Gitti gidiyor, kucuk capta spekulasyon yuvasi gibi duruyor. Yoksa 1,5yetele fiyattan acilan kiytiriktan bir Venus cildinin fiyati nasil olur da bir haftada 17,90yetele'ye cikar allahaskina(o sayi satilamadan cikmisti acik arttirmadan:))) ).

Her seye karsin satislarin eskisi gibi iyi gitmedigini kabul etmek gerekir. Ama bu aciklanirken sanki musteri artik almayi birakmis ve tek sucluymus gibi bir hava estiriliyor. Musterinin kitap almaya neden yabancilastirildigindan kimse bahsetmiyor. Adam enayi mi, sirtina vur parasini al muamelesi gordugu yerlerden gidip alis veris yapacak, ustune ustluk bir de kazik yiyecek?.. Almaz olur biter tabii. Hazir dagitim da cokmus durumdayken, kimsenin de umurunda degil artik memleketteki cizgi romanin yasayip yasamayacagi. Bilmem neremden asagi... meselesi...

Isin yayinevleri kismi ayrica tartisilmasi gereken bir konu tabii. Zamanim ve de istahim olursa o konuda da iki bi sey karalarim bir gun...

Selamlar
Lami

31 Temmuz 2008 Perşembe

Kara Sovalye

Asagidaki yazida Batman Dark Knight filmiyle ilgili ciddi spoiler'lar vardir. Okumadan once iyi dusunun arkadaslar!

Dunyada esen Kara Sovalye ruzgari bizzat Turkiye'de de esiyor. Bu hafta esintiden ben de nasibimi aldim. 2008 yilinda sabirsizlik otesinde bekledigim iki filmden biriydi Batman Dark Knight(digeri The X-Files 2, kismetse Eylul'de bulusacagiz).

Ben Kocaeli'nde oturuyorum. Her nedense Kocaeli'nde kimse alt yazili film izlemiyor olsa gerek artik sinemalara gelen filmlerin hemen tamami turkce dublajli. Filmlerin turkce dublajli olmasina bir itirazim yok ama bir sinemada olsun alt yazili alternatif olmali diye dusunuyorum. Kocaeli gibi bir universite ve sanayi kentinde boylesi bir uygulama kor goze parmak gibi bir sey, siddetle protesto ediyorum! Filmi izlemek icin bir Istanbul seferi yapmam gerekti. Filmi, Natilius Cinebonus'ta gösterimi suren orjinial versiyonundan izledim. Heath Ledger-Joker'in o insani sok eden diyaloglarini, Kara Sovalye'nin hiriltili ve korkutucu sesini orijinalinden duymaya degdi dogrusu.

Film sadece benim gibi Cizgi Roman hastalarini degil genel olarak suc, derinlikli felsefe, aksiyon, drama izleyicilerini de koltuklarina civileyecek cinsten. Nolan kardeslerin senaryosu hakikaten Batman Begins'in uzerinde yukselen, insani habire sok eden detaylarla dolu. Pesinen soylemek lazimki bu film bir Batman filmi degil. 152 dakikalik neredeyse epik bir gosteri havasindaki bu filmde gozler surekli Kara Sovalyeyi ariyor ama Joker ve Harvey Dent-Two Face karakterleri buna asla ve asla izin vermiyorlar. Joker, hem cizgi romanlarda hem sinemada bu gune kadar yaratilmis en iyi kotulerden biri. Belki de en iyisi. Joker'in söz konusu oldugu bir yapimda diger karakterlerin maalesef hic sansi kalmiyor. Tim Burton'lu Batman'de Jack Nicholson baskin karakterdi hatirlarsaniz. Kara Sovalye'de Heath Ledger baskin filan degil, resmen filmin neredeyse tamamini isgal etmis. Ledger rahmetli bence gercek kisiligi altinda da mukemmel bir Joker barindiriyormus. Bir oyuncu bir karakteri, kotu bir karakteri bu kadar iyi canlandiramaz, mumkun degil. Adam Joker'i oynamamis resmen canlandirmis onumuze koymus. Boyuna posuna baktiginizda tifilin teki ama bunu göremiyorsunuz bile. Hemsire kiyafetinde Gotham Hastanesi'ni havaya ucurdugu sahneler, finalde Batman'in ipinin ucunda gokdelende sallanirken yaptigi diyaloglar oyle kolay unutulur sahneler degil. Yuzundeki yaralari kurbanlarina anlatirken uydurdugu hikayeler, muziplikle caniligin tarihi birlesmesinin aynasi gibi. Bu itibarla Nolan, Killing Joke hikayesindeki Joker gecmisini reddediyor gibidir. Hatirlarsaniz Killing Joke'da Joker'in Joker olusu Alan Moore tarafindan hicte muzip olmayan bir tarzda anlatilmisti. Burada durum farkli. Gelisim Bando'nun ilk dort fasikulunde Killing Joke oykusunun tamami verilmisti. Maalesef sayilara baslik atmayi bile gereksiz bulmus Gelisim. Ancak bilenlerden referans alirsaniz boylesine efsanevi bir oykuyu okudugunuzun farkina variyorsunuz. Bu sayilari piyasada bulmaniz da neredeyse imkansiz maalesef! Dikkat ettiyseniz filmi degil Joker'i anlatip duruyoruz. Ne demek istedigimi anliyorsunuz degil mi?

Joker'in karsisinda ezilmeyen bir karakter varki ona yazik olmus. Aaron Eckhart'in canlandirdigi savci Harvey Dent-Two Face karakteri. Eckhart hakikaten rolunun hakkini vermis. Ne yazikki Joker'in oldugu bir arenaya dusmus! Sanki bilerek ikinci plana itilmis gibi. Oysa Two Face karakteri kesinlikle bir stand alone Batman filmini hakediyor. hele boylesine bu role cuk oturmus muhtesem bir oyuncu varken. Ben filmde Dent'in Two Face olduktan sonra Batman'la daha cok karsi karsiya gelmesini ve aralarinda biraz daha cok diyalog olmasini tercih ederdim. Resmen tadimlik kaldi damagimizda. Bu arada Aaron Eckhart, Ugur Dundar'dan sonraki en iyi Martin Mystere adayi diye dusundum bilmem ne dersiniz. Saclara biraz perma lazim tabii:).

Gary Oldman Jim Gordon rolunde one cikan 3. karakter. Uzgun ve suzgun ama kararli Gordon, Oldman'in oyunculugunda iyi durmus. Gorundugu her bir sahne iyi secilmis iyi yazilmis. Ozellikle final sahnelerinde cizgi romandaki Gordon'u hatirliyorsunuz(yine Killing Joke'a referans var gibi).

Kara Sovalye'ye gelince. Maalesef filmin Jim Gordon'dan sonraki 4. karakteri olarak boy gösteriyor. Burada sahsi bir fikrimi belirtmek isterim. Christian Bale'i bir turlu ne Batman olarak ne de Bruce Wayne olarak kabul edemiyorum. Cussesiz bir batman olmaz. Hele Lucius Fox(Morgan Freeman)'un yaninda en az bir bas boy farki olan bir Batman(!) olamaz. Hani belediye baskani Nestor Carbonell bile daha iyi bir Batman olur gibime geliyor. Peki simdiye kadarki Batman karakterlerinden hangisi en uygunuydu derseniz maalesef hiç bir Batman filminde Kara Sovalye kostumunu hakkiyla "dolduran" bir oyuncu görmedim derim ben. Soyle kara yagiz, dalgali sacli, uzun ve iri, sert ve derinlikli bir yuzu olan bir oyuncu lazim.

Sonuc olarak, sucun anatomisi, kahramanlarin gerekliligi, sevgi soz konusu oldugunda kahramanlarin durusunun ne olmasi gerektigi, kitlelerin terore bakis acisi gibi uzerinde gunlerce tartisilabilecek ciddi konulari hic bos gecmeden guzel aksiyonlar esliginde 152 dakika boyunca analiz etmis Nolan kardesler. Iki gemi dolusu birbirlerini oldurme sansi verilmis insanlarin gecmislerine ve statulerine bagli olarak davranislari sasirtici. O sahnelerin sonundaki surpriz sasirttigi kadar dusundurucu de. Ilk defa bir cizgi roman uyarlamasi boylesine derin sosyal icerikli konulari masaya yatirma ve dusundurmeye soyunmus. Boylesine saglam bir senaryo ve film icin de Batman'dan daha iyi bir cerceve olamazdi zaten. Kahramanin cikisinin suc ve sosyal bozukluklara bagli oldugu bir karakter icin daha klise bir film cekilseydi, Batman "ilk filmin artigi" devam zinciri olarak tarihe gececekti. Nolan "Batman'i devreden cikarip, cok daha iyi bir tercihle" epik bir devam zinciri baslatmis. Joker'in banka soygunu, mafyanin inine girerken yaptigi numara filan biraz acemice ve inandiriciliktan uzak ama akilda kalmiyor zaten. Banka soygunu deyince, filmin girisinde William Fichtner'in kisa ama etkili bir rolu var. Prison Break hayranlarinin iyi bir tatmin yasayacaklari kesin. Batcave'de Bruce'un kurdugu "dinleme konsolu" sayesinde gorsel iletisimin oldugu sahnelerde cizgi romanlardaki gibi Batman'in beyaz gozlerini gormek ayri bir keyif. Batmobil devre disi kaldiktan sonra batcycle'la devam edilmesi sanki filme yeni eklenen karakterler gibi bir hava veriyor. Ilk defa Bruce Wayne'i gunduz icraatlarinda da goruyoruz. Motorsikletiyle belediye baskani suikastinin perde arkasina dalmasi filan ilginc tecrubeler oldu dogrusu.

Film ile ilgili anlatilacak o kadar cok sey varki boyle bir yaziya sigmaz kesinlikle. Sadece simdiye kadar yapilmis en iyi Cizgi Roman uyarlamasi demekle yetinelim. Kesinlikle alt yazili versiyonuna gidin gorun ve "Ledger'in hayatinin son oyununa" tanik olun derim.

Selamlar
Lami Tiryaki

25 Mart 2008 Salı

Şadi Amca

Gecen hafta sonu Kadikoy Is Hani’nda Numizmatik Sahaf’in sahibi dostum Murat Sevgikuran’la muhabbet ediyoruz. Murat, Kadikoy’de ilk cizgi roman muzayedesini gerceklestiren arkadasimizdir. Bir ara soz donup dolasip eskilere geldi. “Ya bizim Sadi amca ne yapiyor” diye sordum, Murat “Allah rahmet etsin, Sadi Amca’yi kaybettik” dedi. Hic beklemiyordum dogrusu… Uzuntulu uzuntulu zihnim eskilere gitti…

Yakin yillara kadar Kadikoy’de postanenin arkasindaki sokakta seyyar cizgi roman ve sahafiye tezgahlari vardi. Ortam cok otantik olurdu. Eski yeni cizgi romanlarimizi alirken eskinin “sinema onu - kaldirim ustu” gunlerini hatirlardik. Sadi amca o tezgahlarin duayeniydi. Sokagin en eskilerindendi. Yasli Sadi amca’nin tezgahinda cizgi romanlar, cocuk kitaplari, iskambil kagitlari ve daha bir suru sey olurdu. Kitaplari kafasina gore eklemeyle yamayla tamir etme huyu vardi. Kitap aldiginizda icinden baska sayilara ait sayfalar cikma olasiligi vardi. O yuzden Sadi amca’dan cizgi roman alirken hep sayfa sayardim. Sokagin en ucuzcu tezgahtariydi. Diger tezgahcilara bakip “ya bu cocuklar benden ucuza alip iyi fiyata satiyorlar iste” deyip gulumserdi.

Sonra bir gun zabitalar sokak tezgahlarini kaldirdilar oradan. Herkes once kacak acmayi denedi ama olmadi. O gunlerin birinde Sadi amca’yi kitap cuvaliyla bir duvar dibinde sessiz sessiz dusunup titrerken gormustum. “Bizi istemiyorlar burada” demisti bana…

Sonralari herkes Kadikoy Is Hani’nda bir bir dukan kiralamaya basladi. Sokak tezgahlarimiz alli pullu cizgi roman magazalari oldular. Ama bir seylerin de buyusu kaybolmustu. Artik orasi bana eskisi kadar cekici gelmiyordu. Sadi amca’da arka sokaklardaki evinin altindaki depoyu dukkan gibi bir sey yapmisti. Disaridan bilmeyen dukan oldugunu anlamazdi pek. Ben yerini ogrendigimde her Kadikoy ziyaretimde ona da ugramaya basladım. O her seyin ustuste oldugu, tozun kirin icindeki dukkanda eskinin havasini kokluyordum. Bir gun tek basima kapisini caldigimda beni iceri aldi. Sonra kosarak gidip karsi dukandan kocaman bir ayran aldi geldi. “Al oglum ic bunu. Sen benim Urfa’da yasayan ogluma cok benziyorsun. Sana her baktigimda o geliyor aklima. Ayrani da severdi o” diyerek gulumsemisti bana. Ayrani ben de cok severdim. Ustelik cocuklugum da Urfa’da gecmisti. Hic bir sey demedim aldim icmeye basladim ayrani. O fisiltili aksaniyla bana oglundan bahsetti durdu uzun uzun. Ben de dinledim sadece gulumseyerek. Adam beni oglu yerine koymustu. Ne guzeldi…

Sonra benim ozel hayatimda firtinalar basladi. Uzun yillar ne Kadikoy’e ne de Sadi amca’ya gidemedim. Gecen yil bir iki defa dukkaninin onunden gectim kapaliydi. Sonra da unuttum gittim.

Sadi amca simdi gokyuzunde Manitu’nun yesil cayirlarinda at kosturuyordur belki de kimbilir… Ruhun sad olsun Sadi amca. Huzur icinde yat…

Selamlar
Lami

24 Mart 2008 Pazartesi

Yıldızlara Gitmek

Ayin karanlik yuzunde gezinen astronotlar, Sukunet Denizi bolgesinin yakinlarinda bir tepenin ardinda gizemli bir anit bulurlar. Ne zamandir orada oldugu bilinmeyen bu anit, insanligin belki de milyonlarca yildir evrende yalniz olmadiginin kanitidir.

Arthur C Clark'in 1948'de yazdigi muhtesem oykusu The Sentinel, daha sonraki yillarda Stanley Kubrick'in ilgisini ceker. Clark ve Kubrick biraraya gelerek bu oykuden bir senaryo cikarirlar ve Kubrick senaryoyu filme ceker. 2001; a Space Odyssey isimli film 1968 yilinda daha insanoglu aya basmadan once ay yuzeyinde gecmesi olasi bir olayi neredeyse gercege birebir uygun olarak anlatir. Clark ve Kubrick gibi iki dehanin biraraya gelmesi gibi bir olay kac yılda bir oluyor bilinmez ama bu birliktelik Clark'in dunyaca unlenmesini ve 2010'dan 3010'a kadar sürecek efsanevi roman dizisinin yazilmasina da neden olur.

Ben Clark'i daha cok Rama serisiyle sevdim. Toplamda 2300 sayfa civarindaki dort adet romandan olusan seri, bence klasik bilim kurgunun tepe noktasi modern bilim kurgununda ilk buyuk eserlerindendir. Ilk roman Rendesvous With Rama ile diger ucu arasinda 8-10 yillik bir zaman araligi olmasina ragmen tumu sanki bir yuz yil boyunca yazilmis hissi verir. Terkedilmis ve basibos bir uzay gemisi hizla dunyaya dogru yaklasmaktadir. Bir şeyler yapilabilir mi diye carpisma rotasi ustunde gorevde olan bir grup bilim adami gemiyi incelemek için gorevlendirilirler. Gemiyi anlatmak biraz zor. Anlamak için romani okumak lazim. Yazmak icinse Clark olmak... Bir uctan diger uca yaklasik 50km ve genisligi 3km olan devasa bir silindir. Giris kapisindan icine binlerce basamakla inilen Tanrilarin Merdiveni. Silindiri ortadan ikiye ayiran silindirik bir deniz. Oyleki deniz tum silindirin kenarini sariyor, ortasi bos ve sular asagi akmiyor. Sanki gorunmez bir merkezkac kuvvetinin etkisindeymis gibi “sular asagi dusmuyor”… Silindirik Deniz’in ortasinda kocaman, garip binalariyla uc tane sehir. Butun bunlar Rama serisinin sadece giris bolumleri. 2300 sayfalik destani, bir yil icinde iki defa okumustum. Her gun ise giderken Dilovasi – Izmit otoyolunun gokyuzune uzanan bir uzay gemisinin ici oldugunu hayal etmistim. Tupras kompleksi de Silindirik Denizdeki sehirler gibiydi. Simdilerde bir daha okumak icin icim gidiyor. Ah vakit…

Clark yazdigi tum eserlerinde alabildigine buyuk bir evrenselligi kucaklamaya calismistir. Sonsuzlugun Sonu(Childhood’s End?), Uzak Dunyanin Sarkilari(90’larda Mike Oldfield tarafindan her bir oyku icin bir tema seklinde New Age muzik albumu yapilmistir Uzak Dunyanin Sarkilari) hep evrensel temalari ve buyuk kavramlari ele almistir. Buyukluk onun icin vazgecilmez sarttir. Childhood’s End’deki ogretmen tanrilari dusunun bir. Ne muazzam bir hayal gucu. Hep Clark ile Carl Sagan bir araya gelse nasil bir eser cikar ortaya acaba diye dusunmusumdur. Hayal etmesi bile insani urpertiyor.

Clark’i geçen hafta ayin Mart ayinin 19’unda kaybettik… 1936’da Ingiltere’de dogan usta, 50’lerden bu yana Sri Lanka’da yasiyor ve son 30 yildir da tekerlekli sandalyede oturuyordu. Romanlarinda anlattigi-kullandigi teknikler radarın gelistirilmesinde yararlanilmistir. Usta omru boyunca evrendeki zeki canlilarin varliliginin arastirilmasina hiz ve kaynak verilmesini ayrica cevreyi daha az kirleten yakitlarin kullanilmasini istemis. Arthur C Clark, simdi o cok sevdigi yildizlara gitti.

Kimbilir orada Ramalilarla birliktedir belki de…
Selamlar
Lami

Canavar'in Numarasi

2008 Subat ayinda Maceraperest Cizgiler tarafindan yayinlanan Martin Mystere efsanevi maceralar dizisinin 5. albumunde Speciale 17 - Olimpiyatlarin Sirri (Mistero Alle Olimpiadi) adli macerayla, bir Martin Mystere butunlemesi daha sona ermis gorunuyor. Dizinin her bir serisi, Turkiye’de degisik yayinevlerince bagimsiz zamanlarda yayinlandigindan dolayi, olagan yayin kronolojisinin tersine bir seyir izleyen oyku, bana en ilginc gelen Martin butunlemelerinden biri oldu. Canavar (Il Numero della Bestia ya da gercek Turkcesiyle Canavarin Numarası / Rakami) isimli 7 numarali buyuk albumde toparlanan oykunun ilk ayagi olan 1984 yilinda Tay Yayinlari tarafindan yayinlanan aylik 1 numaralı Gecmisin Sirlari (Gli Uomini in Nero ya da gercek turkcesiyle Kara Adamlar) adli album, buyuk albumde referans gosterilmese de oykunun ilk adim macerasidir ve kesinlikle ilk okunmasi ya da tekrardan gozden gecirilmesi gereken bir albumdur. Hikayenin ikinci ayagi olan ve Baska Bir Yer’in eski yoneticilerinden Maxwell’in gecmisinin de anlatildigi Speciale 17, gecen ay MP tarafindan yayinlandi. Burada Noel Baba’nin Esrari isimli ilk buyuk albumde oldugunu gordugumuz Maxwell’la karsilasiyoruz. Aslinda Olimpiyatlarla ya da olimpiyatlarda gizli buyuk gizemlerle pek te ilgisi olmayan bir hikayedir. Ben olsam Dr. Jeykll’in Sirri filan derdim, neyse… Bu hikayede Canavar’da pek fazla gorunmese de oykude agirligini sonradan hissedecegimiz Maxwell ile ilgili onemli ipucları var (tabii bir de aptal seksi sarisin Angie var!?..). Hikayenin ucuncu ayagi olan Garip Ama Gercek (Strano ma Vero) gectigimiz aylarda Lalkitap tarafindan yayinlanmisti. Arabistanli Lawrence uzerine neredeyse buyuleyici bir hikayenin anlatildigi ve Canavar mitiyle ilgili ilk önemli bulguların yer aldığı cok onemli neredeyse hikayenin anahtar oykusu diyebilecegimiz kisa ama ozlü bir macera Garip Ama Gercek. Adini 1900’lerin basinda moda olan unlu Garip Ama Gercek derlemelerinden alan oyku bizi Canavar buyuk albumune hazırlıyor. Ayrica 221-222 orijinal sayili bu macerada Gemcisin Sirlari’nda Martin’e bir paket yetistirmeye calisirken oldurulen Morrel’la ilgili cok onmeli bilgiler de veriliyor. Martin ve Java’nin Morrel’in olumunu arastirirken “ziyaret ettikleri” Yunanistan’daki Antirion manastiri ve Kalabaka’ya yeniden ugruyoruz.

Ilgili referans maceralari okuduktan sonra 7 numaralı Canavar’ın Rakami’ni okudugumuzda kitaplarla, sifrelerle, kitap koleksiyoncularinin gizemli dünyasıyla basbasa buluyoruz. Olay yine unlu dunyanin olusumunda katkisi olan “onlara” kadar gidiyor. Ama asil basrol bu sefer kitaplarda ve kitap avcilarinda. Her cizgi roman okurunun kendisinden bir seyler bulacagi muthis keyifli bir oyku. Tipik Castelli oyku butunlemesi unsurlarinin tamamini barindiran okurken zevkten dort kose vaziyette Martin sarhoslugu yasatan muthis bir kurgusu var. Arabistanli Lawrence’in Aklin Yedi Dayanagi kitabinin sirlari, kuskulu olumu, Hitler’in sag kolu son nazi Rudolph Hess’in hala aydinlanamamis gizemli hayatiyla ilgili neredeyse belgesel bolumler, Iohanna’nın unlu Vahiy Kitabi’nin esrari, internet ve bilgisayarlarin ardindaki korkunc sir ve daha neler neler… Gercekten insani sarhos bir oyku butunlemesi.

Ilginc bir rastlanti albumlerin yazildigi yillarda (2000-2001) yil gosterime giren basrolunde Johnny Depp’in oynadigi Roman Polanski’nin 9. Kapi isimli filmi oykuyle muthis benzerlikler iceriyor. Hangisi hangisinden esinlenmis bilmiyorum ama 9. Kapi filmiyle bu butunleme arasinda oldukca fazla benzerlik var. Hepsini bir arada okuyup izlemek gerekiyor bence.

Büyük Albumun son sayfalarinda yeralan dosya bolumu de bu kez haddinden fazla Martin kokuyor. Sanki belgesel dokumanter degilde maceranin sonu gibi duruyor yazilar. Hikaye enfes. Bence Gemcisin Sirlari’ndan baslayip, Olimpiyatlarin Sirri, Garip Ama Gercek ve Canavar diye bastan sona bir Martin keyfi yapmak lazim…

Albumlere ait bilgiler:
Gecmisin Sirlari: Yazan Alfredo Castelli, Çizen: Giancarlo Alessandrini (Tay 32’lik seri No.1, Lal No.1)
Olimpiyatlarin Sirri: Yazan: Alfredo Castelli, Çizen: Rodolfo Torti (MP Efsanevi Albümler numara 5)
Garip Ama Gercek: Yazan:Alfredo Castelli, Çizen: Giancarlo Alessandrini (Lalkitap)
Canavar: Yazan: Alfredo Castelli, Çizen: Giancarlo Alessandrini ve Luisa Zancanella (MP Dev Album 7)

Selamlar
Lami

17 Mart 2008 Pazartesi

Merhaba

Burası, Lami'nin yeri... Bakalım menümüzde neler var. Hmmm, çizgi roman var tabiiki. Sonra sinema var, bilim kurgu var. Birazcık Tehlikeli Kimyasallar var. Eh biriktikçe başka neler var birlikte göreceğiz. Hepiniz hoş geldiniz...
Lami Tiryaki